İnsanlık tarihinde ve sıradan Osmanlı İmparatorluğu’nda o kadar çok yanlış infaz kararı alınmış ve uygulanmış olmalı ki kim bilir kimleri tanıyoruz. Tabii ki, bu oldukça spekülatif bir ifadedir. Ancak Molla Lütfi’nin hayatını ve hakkında yazılanları okuduğumuz zaman onun ‘evcik’ öldürüldüğüne kani oluyoruz.
Asıl adı Lutfullah olan ve Molla (Sarı, Deli, Ölü) Lütfi lakabıyla tanınan âlim, 1440’lı yıllarda Tokat’ta doğmuştur. Kutbüddin Hasan gibi bir âlimin oğlu olan Molla Lütfi, ilk tahsilini babasından almıştır.
Fatih döneminin nadide isimlerinden Sinan Paşa ile öğretmen-öğrenci olmanın ötesinde, dost ve muhtemelen akraba olan Molla Lütfi…
Hatta Fatih ile bu görevde şakalaşacak kadar yakın bir dostluk kuran Lütfi, kısa bir süre sonra vatana ihanetle suçlanmış ve önce kütüphaneden çıkarılarak profesör yapılmıştır.
Fatih’in ölümü üzerine Sinan Paşa ile birlikte İstanbul’a dönen Molla Lütfi, Yıldırım Bayezid tarafından Bursa Yıldırım Medresesi’ne müderris olarak atanmıştır.
Ancak Lütfi, hakkındaki suçlamalardan kaçamaz. Sapkınlık ve ilhad suçlamalarıyla yargılandıktan sonra idam cezasına çarptırıldı.
Peki Molla Lütfi’yi ölüme götüren sebepler nelerdir? Bilirsiniz, “sapıklık”, Allah’a ve ahirete inanmamak, kısaca ilhâd, yani dinsizlik demektir.
Yıldırım’ın Molla Lütfi’nin dinsizliğiyle ilgili yaptığı soruşturmada, Taşköprizade’ye kıyasla tek somut delil, bir derste söylediği şu sözdür: İşe yaramaz.”
Taşköprizade’nin “rakipsiz kişiliğe sahip, eşsiz bir âlim” dediği Molla Lütfi, böylece -öğrencisi Kemalpaşazade’nin deyimiyle- akranlarının belasını çekmektedir.
Harnâme’sinde, “Ey zaman, vay, mazlumlar yükseldi, namuslular alçaldı.” İktidarı hırslı ulema ile birlikte eleştiren Molla Lütfi, dönemin en etkili silahı olan “din” suçlamasıyla eleniyor.